Yazarların sosyal medya ile arası iyi olmalı
elbette ama benim sosyal medya ile aram hiç yok. Ben henüz o dünyaya çok
uzağım, az çok kullanıyorum ama henüz o dili keşfedemedim sanırım. Benim
dilimle sanal dünya dili henüz uyuşmadı. Bunu çok iyi yapan yazarları görüyorum
ama ben yeterince kullanamıyorum.
9. Kitaplarınızda mesaj kaygısı taşıyor musunuz?
Eğer bir öykü mesaj kaygısı taşınarak yazılıyorsa daha
en baştan kaybediyor bence. Onun derdi birilerine bir şeyleri öğretmek
değildir. Eğer bunu yapmaya başlıyorsa , okuyucuya parmak sallıyorsa ,
tepeden bakıyorsa, "bak eğer şöyle yapmazsan böyle olur gibi "yazar
kendi düşüncesini fikrini okura alttan alttan sinsice ,bana hep sinsice
gelir , vermeye çalışıyorsa bu bana okuru aptal yerine koymak gibi
geliyor. O yüzden ben mesaj kaygısı duymuyorum ve duymak da istemiyorum. Ama
elbette ki öykünün kendi içinde bir yazılış amacı vardır. Bir şey görmüştür,
bir şeye değiniyordur. Yazarın bir şeyden dolayı canı yanmıştır. Zaten yazar o
yeri gösteriyordur ve okur ile birlikte oraya bakıyordur. Yazarın tek yaptığı
bu olmalı. Kendimizi, yaralarımızı, acılarımızı ,
düşündüklerimizi ortaya koyduğumuzda okurla birlikte aynı anda paylaşıyorsunuz
onu.
BD: Evet belki çocuklarda zaten bunun için
zevkle okuyamıyor. Çünkü birileri sürekli parmak sallıyor onlara. Kitap içinde
bunu fark ediyor çocuklar ve çok sevimsiz oluyor bu tavır.
Kimse kimseye bir şey öğretmeye çalışmamalı aslında
ben şimdi öğretmen olarak bunu söylüyorum ama bir gün okulda öğretmenlik ile
ilgili bir seminerde ben de konuşmacıydım. Eğitmenin, eğmekten geldiğini
söyledim orada. Hem de toplumun istediği yönde eğmekten. Çocukların tüm
farklılıklarını törpüleyip hepsini aynı hizaya getirmeye çalışıyoruz. Aslında
yapılması gereken bu değil, benim eğitim anlayışıma göre biz kılavuz olmalıyız.
Yol göstermeliyiz. “Ben de burada sizinle birlikte öğreniyorum”, bunu
söylemekten çekinmiyorum. Bu yüzden benim öykülerimde mesaj kaygısı yok.
10. Hedeflediğiniz bir okuyucu kitlesi var mı?
Hedef okuyucu kitlesini, hayır, hiç düşünmedim. Çünkü
yazınızla, okurla kendi aranızda bir köprü kuruyorsunuz. O köprünün bir
ayağı sizde diğer ayağı okurda. Bu ayağın kim olduğunu
bilemezsiniz. Köprüyü kurmama yardımcı olacak herkes benim okuyucu
kitlemdir. Daha doğrusu bu onlara kalmış bir şey, o köprünün bir ayağı
boşlukta kalabilir, benden çıkıp boşlukta sallanabilir. Biri alıp onu,
kendisiyle arasında köprü kurabilir. Benden çıkıyor artık bu sorumluluk. Bir ok
gibi atıp tam hedefi vurayım diye bir şey yok.
Kitapkurduikizannesi : Çünkü siz bir şey pazarlamıyorsunuz bir
pazarınız yok.
BD: Hedef belirleyerek yazmak sanırım yazmanın
anlamını kaybettirir. Biz bir reklam şirketi gibi hareket edemeyiz. Dediğiniz
gibi bir ürün pazarlıyor gibi düşünemeyiz. Şu satışı şuraya yapacağız,
hedefimiz burası gibi bir düşünce olamaz. Son dönemde böyle yazarlar olduğu
söyleniyor. Ama ben buna inanmak istemiyorum. Okuyucuyu düşünerek yazmıyoruz ,
kendi içimizden geleni yazıyoruz. Bir yazar, ben şunu yazayım çok para kazanayım,
diye yazıyorsa, şu kesime yazayım çok satan olayım, diye yazıyorsa onlar yazar
değiller. Kitapların isimleri kalıyor ama yazarların adı yok. Kitabevlerinde
vitrinde sergileniyor, herkes okuyor, deniz kıyısında herkesin elinde ama iki
yıl sonra o kişinin adı yok oluyor. Onlar sektörün ürünü. Onlar bir kitle
belirler, onların istekleri için yazabilirler. Biz onları edebiyat dünyasına
dahil etmiyoruz. Bunu ben gençlere de söylüyorum. Kitapçılara gittiğinizde en
öndeki kitabı almayın, gerilere arkalara atılıp tozlanmış olanları bulun
mümkünse. Vitrini ışıltılı kitapçılara gitmeyin, tozlanmış kitapçıların
altlarında diplerinde kalan kitapları bulun. O zaman bazılarının
ulaşmamızı istemediği kitapları bulup okursunuz. Size dayatılan kitapları değil.
11. Kitabın yazım ve basın sürecinde yaşadığınız en
büyük zorluk nedir?
En başı her zaman zor. Bomboş bir sayfa
var önümüzde ve ne yazacağınızı bilmiyorsunuz. Mutlaka boş sayfalar doluyor ama
yazmaya değer bir şey yakalamak da önemli. Her yazdığınız öykü olmuyor.
Her gün yazmaya çalışsam da her gün bir öykü çıkmaz. Onu yakalamaya çalışıyorum.
Bu zor ama yakaladığımda da peşini bırakamıyorum. Bazen bir paragraf yazdığımda
buradan bir öykü çıkar hissi doğuyor. Bir önsezi oluşuyor. Onun üzerine gidip
ilerletmeye çalışıyorum. İlerledikçe ortalarda, hatta sona geldiğimde güvenimi
kaybediyorum. Bundan bir şey çıkmaz diyorum. Ama o beni yine rahat bırakmıyor.
Defter sayfalarına bakıyorum. Aslında ben başka bir şeye geçtiğimi zannetsem de
o başladığımı devam ettiriyorum. O zaman diyorum ki şurada yazdığımla burada
yazdığım aynı. Bu öykü buradan yürüyebilir diyorum. Sona geldiğimde yine bazen
emin olamıyorum. Sanırım bu öykü defterde kalacak diyorum. Sonra bir bakıyorum
aslında farkında olmadan sonu da yazmışım. Aslında yazar olmak yazdığınızla
sizin aranızdaki mücadelenin sürüp gitmesi. Bir süre sonra yazdıklarınıza
güvenmeyi öğreniyorsun. İçinizdeki sese güvenmeyi öğreniyorsunuz. Bazen ben
olmadı desem de o kendini olduruyor. Bu oldu, diyor. Dayatıyor kendisini
yazdığınız şey. O zaman böyle kalsın diyorsunuz ve ben de kabul ediyorum o
zaman yazdığımı. Ben olsaydım böyle yazmazdım diyorum bazen öykülerimi okuyunca
ama onları ben yazıyorum böyle de ilginç bir şey var. Kendimi ikiye bölünmüş
gibi hissediyorum. Gündelik aklımla , yazarken kullandığım aklımın çok başka
olduğunu düşünüyorum. O başka bir dünyanın kapısından içeri giriyor ve benim de
bilmediğim şeyleri bana gösteriyor. Bu çok mistik gibi gelebilir ama değil,
yazarlığın büyüsü burada. Farklı bir enerjiyle yazdığımı düşünüyorum. Bu
aklımla, bu yaşımla yazmıyorum. Beni aşan bir şeyle yazıyorum. Yazarken
toplumun ortak belleği ile iletişim kurduğumuza inanıyorum. Ben bireysel
belleğimle yazmıyorum. Sözcükler de bazen yazarken ortaya çıkıyor. Ortak bir
alana ulaşıyoruz ve oradan devşiriyoruz yazdıklarımızı. Bundan dolayı öyküler
sadece bana ait değil, ortak belleğin yarattığı şeyler.
12. Öykülerinizdeki karakterlere isim verirken
özel tercihiniz var mı? Rastgele isimler mi veriyorsunuz? Yoksa verilen isimler
kahramanın kişiliğini de etkiliyor mu sizce?
Karakterler kesinlikle isimleri ile geliyor. Ben ona
Ömer diyeyim ,ona Ayşe diyeyim demiyorum ,diyemiyorum. Bir isimle birlikte o
karakter kendi kişiliğine bürünüyor zaten. Ben bir isim yazdığım zaman deftere
, onun kim olduğunu, nerede yaşadığını, nasıl konuştuğunu, hangi dili kullanıp
, hangi üslupla yazılacağını o isimle birlikte belirlemiş oluyorum zaten. İsim
kesinlikle anahtar. İsim oluştuğu anda bende karakter oluşuyor. Bir Fasit
Daire'de de Cemafer başka isimde bir insan olamazdı. Ben ona başka bir
isim versem yatakta yatan başka bir adam olurdu.
Yazarken de karakterle bağ kuruyorsun, kendi
ailenden biri gibi oluyor. Bazen üzülüyorsun ona yapmak istemediğin şeyler
yaptırıyorsun. Yazarın merhametli mi acımasız mı olduğu noktasında tartışmalar
olur. Sanırım ben karakterlerime merhametli yaklaşıyorum çünkü onları daha
yazmaya başlar başlamaz seviyorum.
13. Öykünün de belli bir okuyucu kitlesi , sevenler
kadar sevmeyenler de var. Öykü yazmak bir risk aslında. Siz kendinizi
öykücü olarak tanımlar mısınız?
Ben kesinlikle bir öykücüyüm. Son kitabıma en başında
bir roman olması için başladım. Çünkü onun daha büyük bir hikayesi vardı. Ama
ben roman yazmanın farklı bir tekniği olduğuna inanıyorum ve o teknik bende
yok.
Kitapkurduikizannesi: Ben de bu kitabı okurken sanki her kahraman
kendi adına tek başına bir roman kahramanı gibi diye düşünmüştüm. Hasret tek
başına bir roman karakteri. Zarif öyle. Demek orada doğru noktadan yakalamışım.
Zaten kitabınızda birbirinden kopuk öyküler yok. Bir olaya farklı
karakterlerin gözünden bakılmış. Bir olay bütünlüğü var. Öyküdeki tadı
damağında kalma hissine bayılıyorum. Yarım kalmışlık hissi harika.
BD: Benim kalemim öyküye yatkın. Öyküdeki yoğunluğu
seviyorum. Romanda biraz daha yayabiliyorsunuz. Öyküde özü vermek zorundasınız.
Kocaman bir dünyayı iki sayfaya sığdırmaktan öte bazen bir sözcükle
anlatmak zorundasınız. Öykü yazmak o yüzden bana göre daha zor. Çok
ekonomik davranmak zorundasınız kullandığınız sözcüklerde. Her sözcüğü tartarak
oraya koymak zorundasınız. Öykü sarkmamak zorunda, doğru noktada başlayıp doğru
noktada bitmek zorunda. Öykü yazmak zor ve riskli. Okuyucu kitlesi açısından
bakıldığında da öykü okuru olmak zor. O yoğunluğu her okur kaldıramayabilir.
Öykü okurunun daha çalışkan olması gerektiğini düşünüyorum. Okuduğuyla daha
haşır neşir olması gerektiğine inanıyorum. Burası niye burada bitti diye kafa
yorması gerekiyor. Roman hele klasik romanda yazar size o kadar hazır lop sunar
ki her şeyi , okuyucu sadece ayaklarını uzatıp kitabı okur ve
bittiğinde ben kitap okudum der. Ama öykü okuru, kitabı kapattıktan
sonra hala öykü kafasında devam eder. Aslında öykü yazarı, okuyucuyu da
yazar olmaya davet eder. Okur da yazarla birlikte yazmaya başlar ve öykü bittikten sonra da okurun kafasında yazılmaya
devam eder. Bazen sonu ya da başı verilmeyen öyküleri biz tamamlarız. Yarım
kalmışlık hissi rahatsızlık verir okuyucuya ve bundan dolayı öykü okuru daha
dinamik bir okurdur. Ve bütün bunlardan dolayı ben öykü okumayı da yazmayı da
çok seviyorum.
14. Üçüncü öykü kitabınız olan Bir Fasit Daire
2014 yılında Haldun Taner Öykü Ödülü almış. Bu ödülün sizin için anlamını
anlatır mısınız bize?
Ödül mekanizması Türk Edebiyatı'nda tartışılan bir
şey. Olmaması gerektiği yönünde tartışmalar var. Çünkü neyi neyle yarıştıracaksınız.
İyi bir öykünün ya da kitabın yazarını bu ödüle aday olduğunda teraziye koyup
tartarak mı ödül vereceksiniz.
Kitapkuduikizannesi : Verdikleri ödülün gerekçesi açıklanıyor
ama. Mesela Seçici Kurul, sizin ödülünüzün gerekçesini şöyle açıklamış:
“Öykücülüğünde giderek artan bir ivmeye sahip olan Berna Durmaz’ın
öykülerindeki bütünlüklü ve özgün kurgu dünyası, karakter yaratmadaki dil
becerisi nedeniyle bu yılki Haldun Taner Öykü Ödülü’nün yazarın ‘Bir Fasit
Daire’ adlı kitabına verilmesi uygun görülmüştür.”
BD: Mutlaka veriyorlar ama ölçütlerini verseniz de hep
bir belirsizlik kalır. Benimle birlikte katılan yazarların öyküleri kötü müydü
ki ben kazandım. Böyle bir şey yok. Oraya katılan her öykücü belli bir
seviyededir ve o ödülü almaya hak kazanmıştır. Onların arasından sıyrılmış
olmanın beni rahatsız eden bir tarafı var. Niye ben diyorsunuz. Bu insanı
düşündüren bir şey.
Benim için anlamını söyleyeyim. Ödül benim için bir
onay mekanizmasıydı. Daha önce yaratıcı yazarlık atölyelerine giderken ne
yazıyorum, ne yapıyorum diyorsunuz. Kitap çıktı, yayınevi beğendi bu yine
bitmiyor. Sonra okuyucu beğenecek mi diyorsunuz. Yani hep onay
istiyorsunuz. Küçük bir çocuğun her adımında annesine dönüp onay beklemesi
gibi. Her ne kadar biz okuyucu için yazmıyoruz kendimiz için yazıyoruz desek de
yayınladığımıza göre birilerinin onayına ihtiyaç duyuyoruz. Ödül alınca, galiba
bu oldu, galiba ben bunu yaptım dedirten küçük manevi bir tatmin.
Kendimize girdiğimiz yolda devam etmemiz için arkadan ufak bir destek.
Haldun Taner benim için çok özel biri. Öyküleri çok
farklıdır. Şişhaneye Yağmur Yağıyordu, On ikiye Bir Var , Kızıl Saçlı Amazon... Onun
üslubu, yaklaşımı kullandığı dil çok keyif verici. Liseden beri
okuduğum takip ettiğim yazar olmasından dolayı onun ismiyle bir ödül almak da
benim için çok değerli.
15. "Nerede bir acı varsa yüreğimiz orada sızlar.
" demiş Haldun Taner. Sizin yüreğinizi en çok sızlatan ne son
günlerde? Bu sızılar yeni bir kitaba dönüşür mü?
Tam da katliamların olduğu , insanların
dilinden, ırkından dolayı öldürüldüğü zamanları yaşıyoruz. Hepimizin yüreği
zaten şu anda yanıyor. Birkaç hafta önce yüzlerce insanı ,genci
Ankara'daki patlamada kaybettik. Tabii bu acı insan olarak hepimizin
yüreğine düşüyor. Yazar olarak da tabi yüreğim yanıyor. Ama tüm bunları hemen
dile getirip kaleme dökemiyorum. Oturup Ankara'daki patlamayı ben şu dakika
yazamıyorum. Sadece o sızı, o acı yavaş yavaş sızıyor öykülerime. Umutsuzluğa
düşüyorum, umutsuzluk öykülerime karamsarlık olarak yansıyor. Elimde
olmadan yazarken o acıları öykülerimde yaşatıyorum. Ve bunu
yapmamız da gerekiyor aslında. Biz hepimiz çağımızın tanığı olmak zorundayız.
Bütün bu yaşananları birilerine anlatmak zorundayız. Ben dilim döndüğünce
elimdeki malzemeye göre bunu yapıyorum. Orada yaşanan her şeyi birebir
anlatamayabilirim bir yazımda ya da bir öykümde. Ben kendi iç olanaklarımı
kullanarak yazıyorum. Keşke direkt, net yazabilsem, daha özgür olabilsem.
Öfkemi daha net sözcüklere aktarabilirsem. Bazı noktalarda çaresiz kalıyoruz.
Çaresizliğimizi de yazıya dökerek ifade
etmeye çalışıyoruz.
16. Yeni bir kitap projesi var mı yolda?
Evet mayıs ayında bitmiş bir kitabım var. Sözleşmem de
imzalandı ama 2015 yılına yetişmeyeceğini söylediler. Belli bir yayın
programları var tabi. Ama 2016 yılının başında Karayel Üşümesi geliyor. Bol bol
üşüteceğim sizi sanırım. Her öyküde ruhen üşüyeceğiz.
17. Kitaplarınızın arasında en çok sevdiğiniz
hangisi?
Bir Fasit Daire. Yazılışı uzun yıllarımı aldığı
için herhalde. 2008'de yazmaya başladım, ki o tarihten öncesinde de aklımdaydı,
2013'te ilk baskısı yapıldı. O yıllarda her anımda yanımdaydı. Başka kitaplar
araya girmesine rağmen ,mesela Tepedeki Kadın, Bir Hal Var Sende gibi, onlar
yazıldıktan sonra ben Bir Fasit Daire'yi yazmaya devam ediyordum. Çünkü bu
benim ilk projem. Yazar olmaya karar verdiğimde yazmaya başladığım bir öyküydü.
. Üçüncü kitap oldu çünkü yazma süreci çok uğraştırdı beni. Yazarken altından
kalkamadığımı düşündüğüm yerler oldu. Aslında beni de aşan zor bir hikâye. Bir Fasit
Daire belki daha ileriki yaşlarımı beklemem gereken bir kitaptı. Bu kadar
beklememe rağmen diyorum ki elli, altmış yaşında bu kitabı çok daha farklı
işlerdim. Yine de şunu düşünüyorum , kafamdaki o en baştaki haritaya göre
yapmak istediklerimi yaptım. Ulaşmak istediğim noktaya ulaştığımı
düşünüyorum. Yine de şunu eklemeden edemiyorum. Bu kitap çok farklı yerlere
açılıyor. Ana cadde belli ama ara sokaklara çok fazla giriliyor ve ara
sokakların bazılarına sadece sokağın başından bakıp ana caddeye geri
döndüm. Ben o sokağın sonuna kadar gidemedim o yüzden belki de içimde kaldı ve
bir kere daha yazılabilir diyorum.
Kitapkurduikizannesi: Keşke bunu da eklesem dediğiniz bir
karakter var mı?
BD: yok hatta ben bir kaç karakteri çıkardım.
Faruk Duman'la yaptığım son görüşmede kitabın son üç bölümünü çıkardım.
Zaten bu kitap hep eksilte eksilte daralta daralta gitti. Bazı yerlerde o
daralttığım çıkardığım kısımların , hani silersiniz de izi kalır ya , ben
izlerinin kaldığını görüyorum. O yüzden bu kesinlikle bitmemiş bir kitap.
18. Basılan ilk kitabınızı elinize aldığınızda ya da
raflarda gördüğünüzde neler hissettiniz?
Ağladım. Uzun süre hayalini kurmuştum. Çok acı çekmiştim.Üç
yıl boyunca , dosyamı bütün yayınevlerine gönderdim, geri çevrildim. Her
seferinde kahroluyordum. Eşim de bunları birebir benimle yaşadı. Kitabı
büyük bir umutla gönderiyorsunuz ve red cevabı alıyorsunuz ama o kadar
yıkılmama rağmen, hayır bu kitap olacak bunda bir şey var deyip kitabı yeni
baştan yazıyordum. Tepedeki Kadın
defalarca yeni baştan yazıldı. Üç yılda dört farklı yayınevine defalarca aynı
dosya giderse artık herhalde onlar da bıktı basalım da kurtulalım dediler.
:)
Kitapkurduikizannesi: Reddedilme gerekçesini söylüyorlar mıydı?
Hayır sadece "Yayın programımıza alamayacağımızı
bildiririz " diyorlar ve ben üç gün boyunca oturup ağlıyorum ama üç
gün sonra ayağa kalkıyorum. Evet ben yapacağım ,yazacağım ... Tepedeki Kadın'ın
öykülerinin üzerinden kaç kez geçtiğimi bilmiyorum. Defalarca, defalarca ve
artık en sonunda Faruk Duman bu çabamı takdir etti herhalde ve
"Öykülerinizle ilgileniyoruz."dedi. Bu da benim için büyük bir başarıydı.
Bundan dolayı da kitabı ilk elime aldığımdaki duygularımı tahmin edersiniz. Bu
kadar çabadan sonra kazanılmış bir şey. Cumhuriyet Kitap’ta kitabımın
ilanını ilk gördüğümde bu iş tamam , dedim ve ağlamaya başladım.
19. Bir Fasit Daire zor bir kitap adı. Bu da bir
risk değil mi?
Kitap da zor. Dili anlaşılabilir ama kitapta
yakalanması gereken ipuçları var. O ipuçlarını birleştirince bütünün
kavranabileceğini düşünüyorum. Çok düz bir okuma ile keyif alabilirsiniz ama
bağlantılar kurarak da başka bir okuma yapabilirsiniz. Farklı okumalara
açık bir kitap. Farklı karakterler hikayeyi
tamamlıyor. Aslında hepsinin hikayede bir rolü
var. Hepsi aslında sahnede kendi repliğini söylüyor ve iniyor. Tümünü okuyanlar
hikayenin bütününü anlıyor.
20. Bu kitapta en çok sevdiğiniz karakter kim?
Cemafer elbette , Hasret, Zarif onlar da benden
biri ama Cemafer her şeyin başlangıcıydı , sonunda da var. Öyküyü yürüten
o. Her şeyi başlatan o. Sanki diğer karakterler onun çevresinde yan
karakterler gibi. Ama her öykünün kahramanı aslında kendi öyküsünün de
kahramanı gibi. Bizler de kendi hayatlarımızın kahramanıyız. Bundan yola
çıkarak her öykünün kendi kahramanı var. Birinde Hasret birinde Zarif,
birinde Hasan Hoca hepsi kendi hayatlarının kahramanı ama hepsi
aslında hikayenin anlaşılmasında yardımcı olan yan karakterler.
Kitapkurduikizannesi:Ben Hasret'i bir su damlasına benzettim. Zaten
öyle su gibi, evine sığmadı taştı, sızdı ve nehire karıştı. O nehir de
Zarif'ti. Zarif'le birlikte nehir olup aktılar.
BD: Kesinlikle ben de bunu hissederek yazdım Hasret’i.
Çok güzel ifade ettiniz.
21. Kitabı henüz okumamış olanlar için beş cümleyle
anlatın desem...
22. Kitabı okuduktan sonra kapak tasarımında
kullanılan resim cuk oturmuş diye düşündüm. Kapak önemli mi sizce? Siz mi karar
veriyorsunuz kitap kapaklarınıza?
Evet son kararı ben veriyorum. Bu kitapla ilgili bana
iki tane resim gönderildi. İkisinden birini seçmeliydim. İlkinde bizim
Trakya'daki gibi kırmızı kiremitli çatılı evlerden oluşan bir sokak,
karşılıklı iki ev arasına gerilmiş bir ip. İpte çamaşırlar ve
çatıda kuşlar. Çok durgundu. Hatta gri bir gökyüzü soğuk renkler. O resim Kel
Şehir'den bir manzara gibi düşünülmüş ama resmin o durgun hali kitabın
hareketliliğine uymayan bir şeydi. İkincisi bu resimdi. Bunu görünce, tamam
dedim. Anlamışlar aslında olayın ne olduğunu ama kararı bana bıraktılar. Görünce
vuruldum ,neden vuruldum? Evet, bir döngüsellik var, çok hareketli,
oradaki insanlar benim insanlarım. Bakınca Cemafer'i , Hasret'i , Zarif'i
gördüm. Bir yandan çalgı çalıyor. Bu davul zurna olsaydı tam benim kitabım için
yapılmış derdim.
Kitapkurduikizannesi: Bu resimde insanların yüzleri yok. Ben kitap
kapağında karakterlerin yüzlerini görmeyi sevmiyorum. Sanki okuyanın beyninde
karakteri o yüze dayatıyorlar gibi geliyor bana. Bu resimde yüzlerin olmaması
bize bu özgürlüğü veriyor. Herkes okurken kendi yüzünü yaratıyor.
23 .Kurgusu alışılmışın dışında. Ben çok keyif aldım.
Bu biraz okuyucuyu sınamak gibi miydi?
Okuyucuyu sınamak değil kendimi geliştirmek ve
değiştirmek diyelim. Yaptıklarınızı yazdıklarınızı başka yerlere taşımak
zorundasınız. Yeni bir şeyler yapıyorum diyemiyorum. Var olan teknikleri
kullanıyorum. Böyle bir şey var, diyerek bunu göstermeyi istedim.. Juan
Rulfo'nun Pedro Paramo isimli bir kitabı var. O kitabı okuduğunuzda diyorsunuz
ki bir kitap böyle de yazılabiliyormuş.Bir metin farklı zamanları bir arada
kullanabiliyormuş.Başı sona sonu başa almak mümkünmüş. Sebep-sonuç ilişkisi
kurmak zorunda değilmişiz. Okuduğumuz kitaplar bize farklı yazım tekniklerini
gösteriyor.
24. Ben de yazmayı çok seviyorum. Bazen başlayınca
biri beni durdursun diyorum. Ama iş kitap yazmaya gelince hep erteliyorum.
Yazmak için bir olgunlaşma anı, doğru zaman var mı?
Evet ,doğru bir zaman en azından benim için var.
Ben bu zaman gelene kadar çok uğraş verdim. Bir süre sonra dönüp soğukkanlı
olarak bakınca tam da doğru zamanda çıkarmışım diyorsunuz.
25. Meslektaşız. Bir devlet okulunda öğretmenlik
yaptığınızı biliyorum. Devlet memuru olmak sizi kısıtlıyor mu yazarken? Yazar
öğretmen olmak zor mu?
Devlet memuru olmak, öğretmen olmak farklılıkları taşıyabilir
bir durum değil. Aksine, herkes gibi
olmak, herkes gibi davranmak, en başta herkes gibi giyinmek
zorundasın. Bundan dolayı biz bir süre sonra kendi bireyselliğimizi
yaşatamıyoruz ya da içimizde tutuyoruz. Buna
zorlanıyoruz açıkçası. Dolayısıyla kısıtlanıyoruz da. Devlet memuru olmamın
böyle bir zor tarafı var. Ama devlet memuru olduğum için yazmaktan vazgeçtiğim
bir şey olmadı. Dilin kemiği yok. Yazarken de konuşurken de bir yerlere
dokunuyoruz.
26. Yaşıt sayılırız. Aynı kuşağa çocuklarıyız.
Üstelik aynı coğrafyada aynı kültürde büyümüşüz. Çocukluğunuzun, yaşadığınız
yerin öykülerinizde etkisi var mı?
Edip Cansever'in “Mendilimdeki Kan Sesleri”
şiirinde " İnsan yaşadığı yere benzer " dizesine baktığınızda benim
bunları yazma sebebim ortaya çıkıyor. Ben tamamen bizim oraları yazdım. Kel Şehir
benim çocukluğumun şehri. Oradaki insanlar benim komşularım. Onlar benim
sokağımda gezen insanlar. Kitap tamamen benim çocukluğum boyunca
biriktirdiklerim. Romanlar benim her zaman dikkatimi çekti. Benim mahallemle
onların mahallesini bir ev ayırıyordu. Onların yaşantıları başka, onların
mahallelerine girilmez, onların düğünlerinde gidilmez… Bu hep böyleydi ve ben
bunu çocukluğumdan beri hep sorgulardım. Naciye ablamız vardı mesela Cemafer'in
eşi Semine Hanım o. Ben onların çok ezildiklerini gördüm. Dışlandıklarını
, insan yerine konmadıklarını. Aslında ben kitapta anlattıklarımın
hepsini gördüm hepsini yaşadım. O yüzden en çok sevdiğim kitabım
Bir Fasit Daire...
27.Bir Fasit Daire'den sonra tüm kitaplarınızı
okumaya karar verdim. Sizce ilk hangisini okumalıyım?
Madem ki sondan başladınız önce Bir Hal Var Sende
sonra Tepedeki Kadın'ı okuyun. İlk kitabım Tepedeki Kadın.. İşin çok başıydı o
kitap, henüz sesimi bulmaya çalıştığım hatta bulamadığım bir kitaptı. Ama
o da bir basamaktı. Bundan sonraki kitaplarımda da daha öncekilerle
ilgili bunu hissedeceğim belki. İşte böyle böyle gelişiyor insan.
28. Son dönem öykücülerinden en beğendikleriniz?
Bize tavsiyeleriniz
29 . En sevdiğiniz yazarlar , en sevdiğiniz kitaplar ?
İtalo Calvino \ Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu
30.Şiir okur musunuz?
Evet şiirlerden
etkileniyorum. Şiir okurken beslendiğimi hissediyorum. Okurken bana
yazdırıyor. Okuduktan sonra daha rahat yazdığımı hissediyorum. Esin kaynağı
oluyor. Şiir okumayı bundan dolayı önemsiyorum.
31. Aynı kitabı bir daha okur musunuz?
Evet, okumak zorundayım çünkü unutuyorum. Bazı
kitapları unutmak istemiyorum. Kitabın bana hissettirdiklerini hatırlıyorum,
bende kalan tortularını hatırlıyorum ama daha net bir şeyler hatırlamak
istiyorum ve bazı kitapları bir kez daha okuyorum. Ben okuduğum kitabı
unutuyorum ama yazarken bu kitaptan öğrendiğim bir şeyi farkında olmadan
yazdığıma katıyorum. Esinlendiğim kaynakların farkındayım. Kitabın
bendeki kalıntılarını, bana yansımalarını, bendeki izlerini görebiliyorum ama
işte kahramanların adını unutuyorum örneğin. Sürekli notlar alıyorum, kitabın
adı, yazarı bu kitapta beni ne etkiledi, neden dolayı beğendim… Sadece kendime
hatırlatacak notları alıyorum.
32. Bir kitap okudum, hayatım değişti
diyebileceğiniz bir kitap var mı?
Hayır, bir kitap insanın hayatını
değiştirmez. Okuduğunuz bütün kitapların toplamıdır hayatı
değiştiren. Sadece bir kitaba yüklemeyiz bunu.
Öykücülüğümüze baktığımızda, mümkün olduğunca
anlaşılır yalın bir dille yazılmış ama derine doğru inen, hani Hemingway'in buzdağı kuramında olduğu gibi, buzdağının görünen kısmı azdır ama ona baktığınızda
onun derinliğine dair bir şey bulursunuz ya, oradan yola çıkarak tanımlanacak
öyküler sık yazılıyor. Bu yazarları okumayı ben de çok seviyorum. Okurken çok
basit, çok yalın, çok kolay okunuyor gibi hissediliyor ama o öykülerin bir art
alanı var. Buz dağının görünmeyen yüzü gibi. Keşke ben de öyle
yazabilsem.
Kitapkurduikizannesi: Sizin kitabınızı okurken özellikle karakterlerden
aldığım lezzet tam olarak buydu .Yalın ama derinlikli karakterler. Bence
siz kesinlikle yalın sade ama derinlikli yazıyorsunuz.
BD: Bunu yapabildiysem ne mutlu bana çünkü bu benim varmak
istediğim nokta.
Kitapkurduikizannesi: Öncelikle tüm sorularıma içtenlikle cevap verdiğiniz
için , bana zaman ayırdığınız için, bir röportaj niyeti ile başlayıp çok
keyifli bir dost sohbetine dönüşen bu güzel sohbet için çok teşekkür
ediyorum.
2016 başında Karayel Üşümesi çıkar çıkmaz görüşmek
dileğiyle.
2 yorum:
Merhaba çok güzel bir röportaj teşekkür ediyorum. Berna Durmaz'ın BİR FASİT DAİRE sini yeni bitirdim. Ben de blogumda bu öykü kitabından bahsettim. arama yaparken sizin röportajınıza rastladım. Tüm okuyucuların daha detaylı bilgi edinmesi amacıyla blogumda izninizle röportajınızın linkini paylaşıyorum. Sevgilerimle,
Dilek Hanım , ben teşekkür ederim vakit ayırıp okuduğunuz için. İzin ne demek elbette linki paylaşabilirsiniz çok memnun olurum.
Yorum Gönder