2020 hepimiz için unutulmaz bir yıl oluyor öyle değil mi?Tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 ülkemizde de görülmeye başladıktan sonra, hayat herkes için tepetaklak oldu. Kim ne yaşadı bilemem, elbette başkaları adına konuşamam. Ben biraz kendi karantina günlerimden bahsetmek istiyorum size.
Okullar salgın nedeniyle kapanacak denildiğinde durumun ciddiyetini henüz kavrayamadığımız için pek çoğumuz bir iki haftalık,hadi bilemedin en fazla bir aylık bir aradan sonra geri döneriz okullarımıza dedik. Hadi itiraf edelim bu beklenmedik mola iyi bile geldi ilk baştan. Sonra yavaş yavaş süreç uzadı.Okulların açılma tarihi her yeni açıklamada biraz daha ileri atıldı.Anladık ki evde geçirmemiz gereken uzun bir zaman dilimi var.
İlk zamanlarda herkes çok sıkıldı.Gün bitmek bilmedi. Evde olsam şunu yapardım diye hep ağzımızda olan şeyler, yapılamadı bir türlü. İzlenilen filmler keyif vermedi, el oyalansın diye bulunan faaliyetler sarmadı, okunan kitaplara konsantre olunamadı. Herkesin dilinde zaman geçmek bilmiyor çok sıkıldım lafı gezer oldu.
Bu arada biz öğretmenler yaşadığımız şaşkınlıktan kurtulup silkindik ve attık üstümüzdeki ataleti. Baktık gördük ki öğrenciler mutsuz, veliler çaresiz. Hayatımıza bir anda giren uzaktan eğitim kavramına hemen adapte olup başladık derslerimize.
İyi ki de başladık. Çünkü bu sayede hem bizim, hem öğrencilerimizin, hem velilerimizin hayatlarında yeni bir rutin oluştu. Hepimiz bu rutine sıkı sıkı sarıldık. Sınıf gruplarımızda günlük çalışmalar, spor egzersizleri, el işi faaliyetleri, ders anlatım videoları daha pek çok şey paylaştık. Bir taraftan sürekli evde kalın çağrıları yapılırken, evlerinden çıkmak zorunda olan insanlar için endişelenerek bizler, evlerimizden devam ettik işimize.
Ben kendi adıma çok keyif aldım uzaktan eğitim sürecinden. Öğrencilerimle ve velilerimle aram hep iyiydi ama bu süreçte çok daha özel çok daha güzel bir bağ kurduk. Birbirimizin evlerine konuk olduk her gün, canlı derslerimiz sayesinde. Birbirimizi hiç görmediğimiz en doğal hallerimizle gördük.
Sadece eğitim mi uzaktan oldu? Elbette hayır. Karantina süreci uzadıkça pek çok ortam uzaktan erişime açıldı. Müzeler, tiyatrolar, konserler, sergiler, atölye çalışmaları vs. Pek çok kişi gibi ben de bu uzaktan yapılan etkinliklere katılarak canlı tutmaya çalıştım psikolojimi. İşte tam da bu noktada Instagram‘da Vagon People’ın bir duyurusu ilişti gözüme.
Yazının Rotası isimli bir atölye çalışması olacakmış. Yazar Erinç Büyükaşık ile öyküler üzerinden yazının rotası çizilecekmiş. Uzun zamandır aradığım fırsat ayağıma kadar gelmişti. Pandeminin dezavantajlarını avantaja çevirmek de şart olmuştu zaten. Hemen form doldurup kayıt yaptırdım. Öyle kibar, öyle naif geri döndüler ki bana, daha atölye başlamadan önce kendimi çok şanslı hissetmeye başladım.
Şimdi sizi öncelikle Vagon People ile tanıştırmak istiyorum.
“Hayat bir yolculuk ve üzerinde yaşadığımız gezegen ise bir konak. Biz de bu konakta aynı özgür sanat anlayışına sahip tüm dostları, aynı vagonda seyahat eden yolculara benzetiyoruz.” felsefesiyle yola çıkmış iki güzel insan. Ufuk Erdal ve Yaprak Köksal.
İşte bu iki güzel insan 27 Ekim 2018 tarihinde İzmir’de kuruyorlar Vagon People Sanat ve Tasarım Grubu’nu ve sanatın farklı kollarını bir araya getirerek hem estetik arayışlarla hikayeler üretmek, hem de eleştirel bir bakış açısıyla toplumun sanatla iyileştirilmesine katkıda bulunmak için sıvıyorlar kolları.
Ben de bir bakmak isterim, merak ettim diyenler için internet sitesini şuraya koyuyorum.
http://www.vagonpeople.com/
Ufuk Bey ve Yaprak Hanımla da tanışmalısınız mutlaka. Hemen tanıştırayım.
YAPRAK KÖKSAL
“İlk fotoğraf eğitimlerime Ege Üniversitesi Tekstil Mühendisliği Bölümü’nde okuduğum yıllarda öğrenci kredisi ile aldığım Zenit marka analog fotoğraf makinesi ile EFOT'ta başladım. Gezgin bir ruha sahip olduğuma inanıyorum. Bu sayede Ege’nin hiç tanınmayan köylerinde analog çekimler yapma şansım oldu.
1991-1994 yılları arasında İzmir Sun Tekstil firmasında Ürün Geliştirme Yöneticisi olarak çalıştım. 1994-1995 arasında Lasalle Collage İstanbul'da Moda Tasarımı eğitimi aldım. 1995-2002 yılları arasında İstanbul’da OXXO markası’nın Tasarım, Üretim, Satın Alma ekip kuruluşları ve yöneticiliğini yaptım.
2002 ve 2004 yılları arasında Rotterdam ve Antwerp'te yaşadığım dönemde çeşitli dünya markalarına tasarımlar yaptım. 2005 yılında ülkeme döndükten sonra OXXO markasına BaşTasarımcı olarak geri döndüm ve 2018 yılında emekli olarak İzmir'e yerleştim.
İstanbul'da bulunduğum dönemde ‘Sınır Tanımayan Fotoğrafçılar’da temel fotoğraf eğitimi, fotoğraf sanatçısı Gül Yıldız'dan ileri düzey fotoğraf eğitimleri ve İstanbul Moda Akademisi (IMA)’nde moda fotoğrafçılığı eğitimleri aldım.
Artlens İzmir’de Didem Aktürk’ten Deneysel Fotoğraf ve Aliye Erkutrulgu’dan Fotoğraf Felsefesi ve Üretim Biçimleri eğitimleri aldım.
27 Ekim 2018 tarihinde Ufuk Erdal ile Vagon People Sanat Grubu’nu kurduk.” diye anlatmış kendini Yaprak Hanım.
Takip etmek isterseniz
⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️
@ y.a.p.r.a.k.k.o.k.s.a.l
UFUK ERDAL
“Kocaeli Üniversitesi, Deniz ve Liman İşletme Bölümü’nden 1998 yılında mezun oldum. 2003 yılında Deniz Eğitim ve Öğretim Komutanlığı bünyesindeki Foto Film Merkezi’nde, Fotoğraf ve Video Çekim Tekniği eğitimleri aldım. Meslekî fotoğraf çekimlerinin yanısıra, bir süreliğine seyahat blogları için fotoğraflar çektim.
2014 yılında yolum işgereğiİstanbul’la kesiştiğinde hikayem de şekillenmeye başladı. 2015 yılında bir meslektaşımın tavsiyesi ile aynasız fotoğraf makinalarına yöneldim. Bu küçük makinalar sokaklarda görünmez olmak için idealdi ve üretim sürecime büyük katkısı oldu.
Eğitimlerimi tazelemem gerektiğini düşünerek, Türkiye’de minimalizmin temsilcilerinden biri olan Gül Yıldız’dan 2016-2018 yılları arasında Temel ve İleri Düzey Fotoğrafçılık eğitimleri aldım ve düzenli olarak onun eğitim gezilerine katıldım. Bu dönem, kadraj belirleme ve gözün eğitimi konusunda yolumun da şekillendiği dönemdir.
Aynı dönemde minyatür sanatçısı Seval Minaz’dan resim; Tuncer Özkan ve Vahdettin Toker’den de grafik tasarım eğitimlerine devam ettim.
Artlens İzmir’de Didem Aktürk’ten Deneysel Fotoğraf ve Aliye Erkutrulgu’dan Fotoğraf Felsefesi ve Üretim Biçimleri eğitimleri aldım.” Ufuk Bey de böyle tanıtmış kendini sitelerinde.
Takip etmek isterseniz
⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️
@ufkerdl
Ben kendi adıma her ikisini de tanıdığım için çok mutluyum. Umarım ucundan köşesinden de olsa oluşturdukları bu güzel platforma benim de minik bir katkım olmaya devam eder ilerleyen zamanlarda.
Ufuk Bey ve Yaprak Hanıma binlerce teşekkürümü bir kez de buradan ileterek atölyemizin sevgili hocası, çok değerli meslektaşım Erinç Büyükaşık ile tanıştırmak istiyorum şimdi de sizleri.
ERİNÇ BÜYÜKAŞIK
Aralık 1976, İstanbul’da doğdu. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndeki eğitiminin ardından İstanbul’da edebiyat öğretmenliğine devam eden Erinç Büyükaşık, yazma sürecine üniversite yıllarında bir grup arkadaşıyla çıkardığı “Düş ve Düşünce” adlı dergiyle başladı.
Bugüne dek Varlık,Son Gemi, Ekin Sanat, Galapera Öykü Fanzin, Temrin, Acemi, Eski, Edebiyalist, Kahverenkli, Yalnızlar Mektebi gibi dergilerde öykü ve incelemeleriyle yer aldı.
Yayınlanmış yazılarının ve öykülerinin yanında Suya Gazel,Hep Uzak ve Söz Dağının Ardındakiler isimli kitaplarıyla da okurlarıyla buluşuyor.
Takip etmek isterseniz
⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️
@ erinc.b
Erinç Büyükaşık’ın yazdığı kitaplara da bir göz atalım.
İncelemek ve satın almak isterseniz tıklayın.
İşte bu güzel insanlar yazının rotasıyla hayatıma girdikten sonra, benim için çok keyifli çok heyecanlı ve çok verimli dört haftalık bir serüven başladı. Evet dört haftalık bir atölye çalışmasıydı katıldığım. Her hafta perşembe günleri 19:00’da başladık ve zaman doldu hadi kapatıyoruz kaygısını hiç hissetmediğim şahane dört atölye çalışması gerçekleştirdik birlikte. Erinç hocamın bana kattıklarını bu kısacık yazıda size anlatmam imkansız ancak özetle şunu söyleyebilirim. “Evet Özlem yazabilirsin ve yazmalısın. “dedirtti bana. Size de binlerce teşekkür Erinç Hocam. Eğer bir gün benim de bir kitabım olursa teşekkür yazımda adı geçecek ilk isimlerden biri siz olacaksınız..
Peki beni bu kadar çok heyecanlandırmasının sebebi neydi bu atölye çalışmalarının? Erinç hocam bize her atölye sonrasında ödevler verdi. İlk ödevimiz verilen bir cümlenin üzerine öyküyü inşaa etme ödeviydi. Atölye çalışması biter bitmez ödevini yapmadan uyuyamayan öğrenci misali yazmaya başladım öykümü. Sonraki atölyede tüm öyküler okundu ve üzerinde konuşuldu. Öyküm için çok güzel şeyler söyleyince Erinç hocam siz varın benim mutluluğumu düşünün. O öykümü sizlerde okuyun istedim. Benim için çok özel umarım siz de keyif alırsınız.
VAR MIYIM YOK MUYUM
“Yabancı, çevresine ürkerek baktı.“
…
…
…
Hayır hayır. Bu sefer değil. Artık bunları yazmak istemiyorum. Çok sıkıldım artık kendi bunalımlarını,korkularını, kaybolmuşluklarını sümük gibi üstüme başıma yapıştıran karakterler yazmaktan.
Neymiş efendim, son zamanlarda böyle dibe vurmuşluk hikayeleri çok iyi okuyucu çekiyormuş. Bana ne be, bana ne !
Ama bana dediler. Uyardılar beni, hiç bulaşma bu adama, yaz kafana göre, takıl dediler. Kimler mi? Sanırım laflarını kulak arkası ettiğim herkes. Ben ne yaptım? Eşek kafalı ben. Dinlemedim elbette.
Adam büyük yayıncı, tutar elimden alır götürür beni,yürürüm ben buradan dedim. Al işte yürüdüm. Ama nereye? Kaç kitap yazdım, kaç imza günü, kaç gazete ropörtajı, kaç canlı yayın… Adım yürüdü. Peki ben? Bir adım bile atamadığımı hissediyorum. Çakıldım kaldım. Japon yapıştırıcısı ile yapıştım bu pis, kokuşmuş, balçıklı ruh haline.
Oysa ben, her sabah saçlarındaki bigudileri açıp rujunu sürmeden, balkona bile çıkmayan Semahat ablayı özledim. Ne güzel de cilveleşirdi balkonundan, gelen geçen satıcılarla, iki gözümün çiçeği. Memelerim mi daha güzel, popom mu diye ayna karşısından ayrılmayan Eda’yı, on simit satsa bile, evine giden yokuşu, ıslık çalarak yüzünde bir tebessümle tırmanan, Rıdvan amcayı özledim ben.
Nasıl da kimsesiz kaldılar bir köşede, ben etrafına ürkek bakan yabancıları, yürüdüğü yol boyunca aklı geri giden, evdeki doyumsuz karısını terk etmeyi bile beceremeyen, pısırık adamları yazmaya başladığımdan, aslında baya baya buna mecbur bırakıldığımdan beri.
Yok abi, bu sefer kesin kararlıyım. Çekiyorum resti, diyorum ki; bir dur hop. Benden bu kadar. Şan, şöhret, karizma, tarz senin olsun. Bana keyfi yerinde, renkli karakterlerimi geri ver. Çek gri ellerini üzerimden. Bırak çiçek koksun yine satırlarım.
Yapamaz mıyım? Elbette yaparım. Yaparım tabii. Şu kağıdı delercesine karaladığım şekiller korkaklığımdan mı diyorsun? Sana öyle geliyor oğlum. Verdiğim kararın imzası bunlar.
Sen şimdi, yürü be koçum, kim tutar seni diyeceksin bana değil mi? Dalga geçeceksin, kendimin bile inanmadığı bu kafa tutan hallerimle. Tamam ama ben bu sefer… Yani şey, belki bu sefer değil ama göreceksin, bir daha bana “Nefessiz kalıncaya kadar gülmek istedi kadın, ama istese de gülemiyordu artık. “ diye başlayacaksın yazmaya , derse o adam. O zaman kesin ben yokum, diyeceğim. Peki yok olursam sonra. Ya yok olursam. Var mıyım ki sahi ben?
Annem duysa ne biçim kızardı bana. “ Ay oğlum deme öyle kendine.Allah esirgesin. Ne demek ben var mıyım? O ne biçim söz. Dalyan gibi delikanlısın maşallah. “ diye dizindire dizindire söylenirdi karşımda.
Kirpi bile yavrusunu pamuğum diye sever be anacığım.Yazdığım her öyküyü, biter bitmez ilk sana okuduğumda “ Çok güzel olmuş yavrum.”derdin. Bazen Semahat abla gibilerin yaptıklarına “Tövbe tövbe der, bazen kahkahalarla gülerdin Eda gibilere “seni zilli” diyerek.
Sonra o adamla birlikte, dertleri derya olmuş karakterler girdi hayatımıza, Üzüldün , sen de sevemedin onları ama, ses etmedin hiç. Sadece “Yazık be oğlum.”dedin.
“Yabancı , çevresine ürkerek baktı.” desem sana şimdi”. Ay ürkmesin çocuğum. Ne varmış yabancılık çekecek. Gelsin ,ben ona bi lokma döker bi de çay demlerim. Yabancılık falan kalmaz.” der bir de kahkaha atardın göbeğini hoplata hoplata.
Anam benim Senin sayende, sevgiyle dolu, şerbet tadında bir evde büyüdüm ben . Senin, başımıza gelen her beladan bir hayır çıkaran güzel aklınla yoğruldu benim karakterim. Elime kalem aldığım günden beri de kalemimin ucuyla can verdim o şen şakrak insanlara. Ta ki o adam hayatımıza girene kadar.
Babam arkasına bile bakmadan bırakıp gitti bizi. Sen hiç sarsılmadın. Kol kanat gerdin bize. İyi kötü okudum , bir meslek edindim. Açta açıkta bırakmadım seni de ablamı da. Ama ne yapayım, bütün gün hesap kitap işleri ile uğraşmak bana göre değildi. Çocukluğumdan beri yazardım da bilmezmişim içimdeki yazma aşkını. Bir iki öyküm düşünce bizim acar oğlanların eline kendimi yazım dünyasında buluverdim. “Bu öyküler olmuş oğlum, hele bi de Semih Beyle tanıştıralım seni, bak gör kimseler duramaz önünde. “dediler.
Böylece Semih Bey girdi hayatımıza ve ben yazdıklarımdan para kazanılacağını öğrendim. O istedi, ben yazdım. Yazdıkça coştum, coştukça yazdım. Paraysa, hayatımda görmediğim kadar kazandım. İsim yapmaksa, ismim boyumu aştığı zaman korktum bile onun gölgesinden.Seni daha rahat yaşatmaya başlayınca korku falan kalmadı gerçi. Sorsalar benden mutlusu yoktu. Ama işte gel gör ki o adam, sana da bana da iyi gelmeyen o insanları yaz dedikçe bana, kalemimin keyfi kaçtı.
“Dayan oğlum.”, dedim. “Şu üç günlük dünyada bir anan var. Hakkıdır bolluk içinde rahat yaşamak. Az mı çekti kadın.Varsın senin sayende bir oh desin, “dedim. Dedim ama, yok artık yeter. Buraya kadar.
Ben yine, sayfaları çevirdikçe kahkahaları duyulan karakterlerime dönmek istiyorum. Artık unuttuğumuz, o eski zor günlerimizin küf kokusunu hatırlatmasın bana yazdıklarım. Diyemiyorum ki adama , bak senin kurgula diye verdiğin o mutsuz insanlardan biri olmamaya çalışarak geçti benim hayatım. Anacığım bizi o batağa düşürmemek için çok uğraştı. Tahammülüm yok artık sesi dipsiz bir kuyudan gelen insanlara. Derim ama, bu sefer diyeceğim. .
Eyvallah, kabul ediyorum onlar sayesinde para gördü elimiz. Ama yok , ben artık paradan da vazgeçtim. Sadece mutlu olalım anamla. Gülelim karşılıklı, bir tas çorbaya kaşık sallarken. Varsın sadece ablamın arkadaşları okusun yazdığım öyküleri ama beni artık, babamın ardında kalan tozlu yollarda yürüyen adamlarla muhattap etme yalvarırım.
Babam gibi adamlar onlar anlıyor musun?Babam gibi kokuyorlar. Babamın gittiği gün gibi onların her yeni başladıkları gün. Babam giderken baktım ben asıl etrafıma ürkerek biliyor musun?. Anam dedi “Gel oğlum gün ola hayrola.Bir hal çaresi buluruz elbet.” Hal çereleri bulmaktan yoruldum ben Semih Bey! Senin ne idüğü belirsiz adamlarına, kadınlarına bir çıkar yol aramaktan yoruldum. Al babamı da git hayatımdan ve rahat bırak bizi. Anam varsa varım elbet ben de İşte bu da sana son sözüm.Haaaa bu arada, Eda’nın da selamı var sana. Haydi bize eyvallah.
ÖZLEM EKE
28.07.2020
Sonraki hafta ödevimiz bize verilen dünyaca ünlü 50 tablodan birini seçip o tablo üzerine bir öykü kurgulamaktı.
BenEl Greco’nun Toledo isimli tablosunuseçtim.
Bakar bakmaz renklerden yola çıkarak içimde akmaya başlamıştı öyküm. Yine bir atölye akşamında öyküm okunup Erinç Hocamız ve atölyenin diğer katılımcıları tarafından beğenildiğinde çok mutlu oldum. Ve şöyle de bir bonusu var İnkâr isimli bu öyküm Vagon People sitesinde yayınlandı ve böylece ilk kez bir öyküm yayınlanmış oldu.
Haydi bu öyküyü de yayınladığı yerden okuyalım.
http://www.vagonpeople.com/inkar-ozlem-eke
Böyle işte. Uzun lafın kısası şu ki. Hayat sana limon veriyorsa limonata yap derler ya ☺️ Ben de pandemi sürecinde ah vah ne olacak halimiz demektense var olan kötü şartları güzelleştirmek için çabaladım. İnanın şu dönemde kendimizi geliştirmek için yapabileceğimiz çok fazla şey var. Yeter ki siz isteyin. Çok konuştum yine. Ha bu arada çok yakında uzun bir aradan sonra nefis bir kitap serisi tavsiyesi ile yeniden burada olacağım. Sağlıkla ve kitapla kalın.