Bir de Baktım Yoksun

26 Mart 2016 Cumartesi

| | | 0 yorum




           Sabah işe gitmek üzere evden çıkıyorsunuz. Günlük alışkanlıklarınızdan biri olan mahallenin kedisi ortalarda yok. Nereden estiyse işe gitmekten vazgeçip düşüyorsunuz kedinin peşine.Çocukluğunuz, gençliğiniz, tüm hayatınız geçmiş bu mahallede. Olsa olsa oradadır diyerek, tüm çocukluk korkularınızı içinde barındıran Yeşil Ev'e gidiyorsunuz kediyi aramak için.
       
          Amacınız gerçekten kediyi bulmak mı? Yoksa kediyi aramayı bahane ederek çocukluğunuzla mı yüzleşmek niyetiniz. Kediyi  aramak için girdiğiniz Yeşil Ev'in bahçesinde babanızla karşılaşıyorsunuz. Böyle söyleyince çok normal gibi görünen bu karşılaşma, babanızın kısa bir süre önce öldüğünü düşününce birden bire bir masal karesine dönüşüveriyor.
   
       Evden çıkıp kedinin peşine takılan Yekta, bir  evin bahçesinde  kısa bir süre önce kaybettiği babası ile karşılaşınca bu çok olağan bir şeymiş gibi, babasıyla koyu bir sohbete başlıyor hiç şaşırmadan ,garipsemeden. Yekta ile babası arasında gelişen bu sohbetle birlikte ,biz de sanki her gün oluyormuşçasına normal karşılayıp bu olayı ,öylece dinlemeye başlıyoruz ve az sonra bir baba oğul hesaplaşmasının ortasında buluyoruz kendimizi.

       Baba oğul hesaplaşması ile başlayıp Yekta'nın hayat muhasebesine doğru gidiyor satırlar. Yürütemediği evliliğini, yetemediği karısını, boşanmalarından dolayı mutsuz ettiği kızını, babasının ölüm haberini aldığı gün arkasında bıraktığı hayatının kadınını ve daha pek çok şeyi anlatıyor Yekta bize tek tek.

      Konu itibariyle herkesten  bir tık daha fazla çuvallamış Yekta'nın hayatla dansını anlatan, Yekta Kopan'ın  şahane anlatımı ile lezzetlenen , okunması keyifli bir kitap çıkmış ortaya.
Yedi Renk'te Yekta Kopan 
     

       2010 Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü ve 2010 Haldun Taner Öykü Ödülü'nü almış ,gerçekten çok keyifle okunan ve bittiğinde tadını damağınızda bırakan bir kitap Bir de Baktım Yoksun.Yazarın babasının ölümünün ardından yazdığı bir kitap olduğu  için de samimi ve içten anlatımlarla dolu.Okumanızı şiddetle ve ısrarla tavsiye ettiğimi belirtmek isterim .Bir de şunu eklemeden edemeyeceğim kitabın yazarı ,ses tonu hepimizce bilinen ve  beğenilen bir sunucu ve dublaj sanatçısı da olunca kitabı sanki size Yekta Kopan okuyor gibi oluyor ve bu gerçekten çok keyifli bir deneyim. :)
   

                                   Hatta  hadi yazarından dinleyelim bu kitabı...












              "Hiçbir kitap sadece tek  bir kitap değildir." demiştim geçenlerde bir arkadaşıma. Bunun ne demek olduğunu anlatırsın bana bir ara ,demişti. Bu vesileyle bunu da anlatmış olurum diyerek biraz kitabın satır aralarından çıktığım yollardan bahsetmek istiyorum size.

          Edward Hopper'ı tanıdım bu kitapta House by The Rail Road tablosundaki eve benzetmek isteyince Yekta Yeşil Ev'i. Sayfalar sonra Muzaffer Köroğlu ile sohbet ederken Edward Hopper'ın tabloları daha da fazla dikkatimi çekti ve tek tek inceledim hepsini. Pek sevmedim tarzını ama yeni bir kazanım oldu işte benim için. Sizin de ilginizi çeker diye bahsi geçen tüm tabloları göstermek istiyorum size...



House by The Rail Road 1925. Modern Sanat Müzesi

Gas 1940. Modern Sanat Müzesi 













Nighthawks 1942. Chicago Sanat Enstitüsü.












Compartiment C 1938 IBM kolleksiyonu 























             George Orwall'ın Portobella yolundaki 22 numaralı evine gittim Yekta ile birlikte ve o evin karşısındaki kaldırıma oturup Saatleri Ayarlama Enstitüsü okuduğumu hayal ettim. 1984'ü ve Hayvan Çiftliği'ni hatırladım yeniden.


George Orwall'ın Portobella  Yolu'ndaki 22 numaralı evi

        Yekta'nın Yekta'ya verdiği siyah-beyaz bir fotoğrafla Dezo Hoffman'ı tanıyıp bu fotoğrafın The Beatles'ın 1963 tarihli 45 lik albümünün kapak fotoğrafı olduğunu öğrendim.
     



İşte adı geçen albüm ...




               Sadece bunlar mı öğrendiklerim, elbette ki hayır. Ama ben bu kadarını yazıp , kendi çıkarımlarınızı yapmayı kitabı okuduktan sonra size bırakıyorum.

             Yine çok konuştum. Belki de kitabın kısa bir özetini okurum beklentisiyle okumaya başladığınız bu yazıda neler neler çıktı karşınıza. Bu da geveze bir bloggerın farkı olsun :)

             Kısaca özetlemek gerekirse mutlaka okumanız gereken bir Yekta Kopan kitabı daha. Daha dediğime göre bu ilk Yekta Kopan kitabı değil okuyup yorumladığım. Hadi diğer kitaplara da bir göz atalım.
                                                        Aile Çay Bahçesi 





                                                             İki Şiirin Arasında



Tepedeki Kadın

17 Mart 2016 Perşembe

| | | 0 yorum






              Ne zor şey kadın olmak. Sahi gerçekten kadın olmak mı zor ,yoksa Türkiye'de kadın olmak mı zor olan?

           Tepedeki Kadın'da Berna Durmaz tepedeki kadınları anlatmış öykülerinde çokça. Okurken düşünmeden edemiyor insan. Ne demek tepedeki kadın? Bir kadın nasıl tepeye çıkar?

         Pembe gözlüklerle bakalım önce. Önümüze konan tüm engellere rağmen, şansımız yaver gider ve elbette çok emek harcarsak bir şirketin ,belki bir köyün, bir ilin , ilçenin, ülkenin yada partinin  başına geçerek, halk arasındaki söylemle,  "çocuk da yaparım kariyer de" diyerek de tepeye çıkar kadın. Hoş geliyor kulağa değil mi? Hani dedik ya pembe gözlüklerle bakalım önce. Bu kadının çıktığı tepede ,sanki her şey yerli yerinde gibi görünüyor değil mi buradan bakınca? Oysa kariyer basamaklarını tırmanarak çıkılan tepede bile zor kadının işi. Erkek egemenliğindeki dünya düzeninde bir kadın olarak yer bulmak ,hatta en tepeye çıkmak meyve vererek taşlanmaya aday hale getiriyor direk bu kadını. Keşke hep zor da olsa böyle tepeye çıksa kadınlar.


        Bir de Berna Durmaz'ın tepedeki kadınlarına göz atalım mı birlikte? Bu kadınlar yükleri ağır gelerek ,yerini yurdunu hatta sıyırdıkları akıllarını da bırakarak tepelere kaçan kadınlar. Gerçekten tepelere çıkan  kadınlar. İnzivaya çekilenler. Kendilerini kendilerine saklayanlar. Acılarını kendi içlerine atıp içlerini acıtan kadınlar.Sebber oluyorlar kimi zaman, avcının karısı bazen , bazen de  Necla ya da  Esma... Bu kadınların tepeye kaçış öyküleri hep birbirine benziyor, ortak paydaları acı.Hayat onlara kötü davranmış desek az gelecek sanki...Hayat onlara tıkıldıkları taşra kasabasında insan gibi yaşama şansı vermemiş.Merak edin bu kadınları, gelin siz de ortak olun acılarına...Paylaştıkça azalır belki yükleri de günün birinde birimizin elinden tutar ve inerler kaçtıkları ,sığındıkları  tepelerden...
       Tepedeki Kadın Berna Durmaz'ın ilk göz ağrısı, ilk kitabı. Yazar olma yolunda yıllarca arşivinde, dilinde, kaleminde biriken kelimelerin yolunu bulup çağlayarak akması gibi. Arka kapak yazısında , "Kitapta yer alan öyküler; adı anılmayan bir taşra kasabasında geçiyor. Burada yaşayan insanların sıkışmış, güdükleşmiş hayatlarını anlatırken, Durmaz kasaba hayatının boş inançlar, hayaller ve şiddet yaratan ürkütücü yanını resmediyor." diyor.
        Hem onun için özel  bu kitap ,hem biz kadınlar için...Niyetim kadınların göstermelik de olsa kutlanan gününde yazmaktı bu yazıyı ama bu sene hastalıklardan başımızı kaldıramıyoruz. Kısmet bu güneymiş. :)  Biliyoruz ki bir günle gönlümüz alınsa bile hakkımız ,emeğimiz ödenemez. Bu vesile ile gecikilmiş bile olsa günümüzü kutlamış olayım. Beyler ,kusura bakmayın .Hem kadın bir yazar hem de adı Tepedeki Kadın olan bir kitap yorumunda bu kadarcık cinsiyet ayrımcılığı yaptım. Mazur görün :)
      Tepede olmak ,tepelere sığınmak ...Her türlüsü zor ,velhasıl kadın olmak zor zanaat diyorum ve başladığım gibi bitiriyorum. Bundan sonrası , kitabı alıp bu kadınlarla tanışmak olmalı sizin için. Sarsılacaksınız  bu kitapla ama bir yandan da bu sarsılışın etkisi ile yırtıp kozanızı, kocaman renkli kanatları olan bir kelebeğe dönüşeceksiniz. Okuduğunuz  her öyküde bir kadının derinliklerini görüp ona eşlik edeceksiniz. Okuduğum üçüncü kitabı olduğu için, Berna Durmaz imzasına yürekten inanarak garanti veriyorum buna...Bir sonraki Berna Durmaz kitabı olan Karayel Üşümesi'nde görüşmek üzere...
     İlk kez bu yoruma denk geldiniz ve Berna Durmaz'ı hala tanımıyor musunuz? Haydi bakalım ben daha önce neler okumuşum ve neler demişim Berna Durmaz ile ilgili...

                 


                     Berna Durmaz ile yaptığım çok  keyifli söyleşiyi  okumak isterseniz
 
            Haldun Taner Öykü Ödülü alan kitabı Bir Fasit Daire ile ilgili neler yazmışım...

Bir Fasit Daire
                                      



           Sesimizi sessiz kuyulardan çıkaran kitabı Bir Hal Var Sende ile ilgili  yazdıklarım için ...


                                                  
                                                        Bizde ne haller var dersiniz :)








Gün Olur Asra Bedel

4 Mart 2016 Cuma

| | | 0 yorum



                Bir kitap düşünün içinde bilim, siyaset, aşk, bilim kurgu, belgesel, coğrafya, tarih, savaş olsun. Olmaz mı diyorsunuz? Karman çorman olur, çorbaya döner o kitap mı diyorsunuz? Öyleyse Cengiz Aytmatov'un Gün Olur Asra Bedel'ini okumamışsınız demektir.

             Bir belgesel tadında başlıyor bu kitap. Kurumuş sel yataklarında, çırılçıplak kalmış vadi yamaçlarında av arayan çok aç bir tilki çıkıyor önce karşımıza. Biz bu romanın ana karakteri bir tilki olacak, her şey onun gözünden anlatılacak zannederken birden bir ölüm haberi ile sarsılıyor ve o an için hiç tanımadığımız halde Kazangap'ın yasını tutmaya başlıyoruz. Yedigey ve Ukabala'yı şimdilik üstünkörü tanıyor ve bu iki güzel insanın can dostlarına son görevlerini yerine getirmelerinin telaşına düşüyoruz.

           Sonra yavaş yavaş acımasız yazların ve daha da acımasız kışların yaşandığı Sarı-Özek Bozkırı'nın Boranlı İstasyonu'nda yaşanan her şey  satır satır serilmeye başlıyor gözlerimizin önüne. Aslında kitabın başından sonuna kadar, ki bu 426 sayfaya tekabül ediyor, Kazangap'ın toprağa verilişi asıl mevzu. Ancak aralara öyle büyük bir ustalıkla serpiştirilmiş ki tüm diğer anlatılanlar okurken hayran olmamak elde değil. Yedigey ve Ukubala'nın Boranlı'ya tesadüfen gelişleri ve oranın can damarı oluşlarını dinlerken hem Sarı-Özek Bozkırı hem de buralarda yaşayan insanları daha yakından tanıyoruz.


       Bu mevzulara kapılmış gidiyorken sayfa sayfa, pat diye bir ışık yükseliyor gökyüzüne doğru. Meraklanıyoruz ve meraklandığımızla kalıyoruz. Öyle usta bir kurgucu ki çünkü Aytmatov ince ince dokunup sonra bırakıyor mevzuları. Biz ölenin ardından ağlayacak kadir kıymet bilir evlatları yok diye üzülüp vahlanırken birden Büyük Okyanus'un kuzey enlemlerinde bir uçak gemisi çıkıyor karşımıza. Garip, sıradışı bir şeyler oluyor belli. Ama inanın hiç birimiz olacak şeyleri o noktada tahmin edemiyoruz. Hani hep merak eder kendi aramızda tartışırız ya,uzaylılar var mı? Başka gezegenlerde hayat var mı? Bırakın bizim güneş sistemimizdeki bir gezegende hayat olmasını başka bir güneş sisteminde hayat olduğunu hatta orada yaşayan bizden çok daha ileri medeniyete sahip canlıların (bunlara ne diyeceğimi bilemedim. Adlarını da ipucu vermemek adına kendime sakladım) bizi uzun zamandır gözlemleyip hakkımızda ciddi bilgiler elde ettiklerini ve bizimle iletişim kurduklarını hayal etsenize. Ve bunun böylesine önemli bir olayın sırf yerleşmiş dünya düzeni bozulmasın diye örtbas edilip saklandığını düşünün. Ütopik mi geldi? Belki de olacak hatta oldu bile kim bilir?





        Birkaç sayfa önce şahane Aytmatov betimlemeleri eşliğinde bozkır yaşantısı ile mest olduğumuz sırada birden bire böyle uzaya hatta güneş sisteminin dışına fırlatılmışken, sonra yine hop diye içimizi cayır cayır  yakacak Abutalip ve ailesi ile yeryüzüne dönüveriyoruz. İşte bana göre bu kitabın en can alıcı karakteri Abutalip ile tanışmamız böyle oluyor. Sonrasında idealist bir öğretmen olan Abutalip'in yine kendisi gibi öğretmen olan karısı Zarife ile tanışmasına ,evlenmesine, bir aile olup çoluk çocuğa karışmalarına ,mutlu bir aile tablosu gibi karşımızda dururlarken siyasi düzenin tokadını yiyerek adeta sürgün misali Boranlı'ya sığınmalarına şahit oluyoruz. Ha bu arada ilk sayfalarda karşımıza çıkan tilkiyi merak edip duruyoruz. Acaba nerde çıkacak yine karşımıza diye. Açıkçası ben kitabın son sayfasına kadar bekledim. Çıktı mı çıkmadı mı onu siz okuyunca görüsünüz artık ben söylemeyeceğim.:)

        Bir de devemiz var, kendisi Karanar ki evlere şenlik. Develerle ilgili bir çok şey öğreniyoruz Karanar'ın Yedigey'e yaşattıklarını okurken.Yine aldım başımı gidiyorum... Daha o kadar çok şey var ki anlatacak bu kitaba dair. Ancak burada susmak zorundayım zira uzun blog yazılarımın  okurken sizi bunaltmasını hiç ama hiç istemiyorum.

          Bu kitapla ilgili söyleyeceğim son söz ;kesinlikle çok keyif alarak okuyacağınız lezzetli bir Cengiz Aytmatov kitabı. Iskalanmaması gereken bir kitap olduğunun altını çizmek isterim...

          Bol bol övgüyü hak eden  yazarımız Cengiz Aytmatov ile ilgili bilgi almak isterseniz tıklayın lütfen...





Cengiz Aytmatov'un  Cemile'sini yorumlamışım bir zamanlar şizler  için hadi bir bakalım mı ?


  •