Mağara Arkadaşları

29 Eylül 2015 Salı

| | |

 
 
 
            Arkadaşlık , dostluk ... Günümüzde anlamını yitiren , sadece lafta kalan kavramlar. Ben şanslıyım ,gerçekten dostum diyebileceğim insanlar var etrafımda. Öyle güzel insanlar ki bunlar " Hadi gel bi kahve içelim. " dediğimde , elinde bir kitapla gelen ; " Sende Ayfer Tunç'un bütün kitapları var nerdeyse hadi bu da benden olsun. " diyen ve Mağara Arkadaşları'nı bana hediye eden şahane dostlar. Ceyda'm , en önemli ortak payımız çocuklarımız şüphesiz ama ben senlnle kitap okumayı , kitap paylaşmayı da çok seviyorum. Sıkı takipçim olduğunu bildiğim için sana burdan bir kaç satır yazmak istedim. Canım arkadaşım, iyi ki varsın. Oyyyy bu kadar duygusallaşmak yeter bize, şimdi kitabımıza başlayalım. 

         Ayfer Tunç'un Mağara Arkadaşları kitabı da öykülerden oluşuyor. 
         İlk öykümüz kitaba adını da veren Mağara Arkadaşları. Öykümüzün baş kahramanı bir apartman. Ayyıldız Apartmanı... Yedi katlı eski bir apartman. Bu apartmanın birbirinden ilginç yedi sakini var. Apartmanımız oldukça enteresan. Şöyle ki , kendisi ve yedi rakamı arasında bir bağ kurmuş - bu ilginç tesadüfleri siz okurken öğrenin istiyorum- hatta yedinci katta oturan Ayyaş Yazar'ın Yedi Uyuyanlar isimli bir hikaye yazarak kendi makus talihini de değiştireceğine inanmaktadır. Ayyıldız Apartmanı bir süredir çok mutsuzdur. Sakinleri giderek daha kalitesiz insanlardan oluşmakta , zamanında bu semtin en saygın apartmanlarından biri olduğunu hatırlayıp , bugün geldiği duruma daha fazla dayanamayacağına kanaat getirmektedir. Apartmanımız kendi kendini yok edemeyeceğine göre sakinlerden birini kullanarak kendi sonunu hazırlamak ister Bu sakin kim olacak , Ayyıldız Apartmanı'nın istediği olacak mı ? Kim bu yedi uyuyanlar , nedir bu yediklerin sırrı? 
Mağara Arkadaşlarını okurken hem bunları öğrenecek hem de Ayfer Tunç'un muazzam kaleminden çıkmış şahane bir öykü okuyacaksınız. 

 
          İkinci öykümüz Ses Tutsağı.  Evinin balkonunda oturarak etraftaki seslere kulak kabartıp kendini unutmaya çalışan bir adam. Başlangıçta kuşların sesi, kedilerin miyavlaması , sokaktan gelen satıcıların sesleri, hadi bilemedin sarhoşun elinden düşen şarap şişesinin kırılması gibi sıradan seslerdir duydukları. Ancak bir gün üst katta küçük oğluyla yaşayan kadın balkona bir sandalye atar ve o sandalyenin balkona çıkış  sesi ile birlikte adam inanılması güç sesler duymaya başlar. Önce kadının iç çekişlerini , ağlayışlarını , sonra zamanla kış gelip balkon kapıları kapanıp sandalyeler içeri alınınca kadının başını yastiga koyarken saçının çıkardığı sesi bile duymaya başlar. Bunlar gerçek midir yoksa adamın hayal gücü oyun  mu oynamaktadır? Bir gün adam çocuğun hasta yatağında ateşler içinde inlediğini ve kadının çaresizce ağladığını duyar. Hemen yukarı çıkar, zili çalar. Bu sesleri uydurup uydurmadığını da  anlamış olacaktır. Kapı açılır mı? Kadın ne der? Hepsi ve daha fazlası Mağara Adamları kitabının ikinci öyküsü Ses Tutsağı'nda.  

      Üçüncü öykümüz Cinnet Bahçeleri. İlk satırlarda Gülayşe Çalışkan çıkıyor karşımıza. Kendisi geçimini evlere temizliğe giderek sağlayan bir kadın. 19 Eylül pazartesi günü de her hafta yaptığı gibi kendine verilen anahtarla açıyor  Suna  ve Müeyyet Eren  çiftinin kapısını.  
İçeri giriyor, evde kötü bir koku dikkatini çekiyor. Kokunun kaynağı yatak odasına doğru gidiyor, yatağın üzerinde evin hanımı Suna'nın cansız bir şekilde yattığını görüyor. Tahmin edeceğiniz üzere çığlıklar atarak kapıya koşuyor ve cinayeti ilk gören olmanın kendisine verdiği yetkiye dayanarak  ortalığı birbirine katıyor. Polisler geliyor ve cinayet zanlısı olduğu sanılan eş Müeyyet Bey'i grantuvalet giyinmiş , pikapta Antonian Dvorak'ın bir plağını dinler vaziyette hiçbirşey  olmamış gibi otururken buluyorlar. Zaten hikayenin buraya kadarını da polis tutanaklarından okur gibi okuyoruz. Bundan sonrası otopsiler , sorgulamalar, katil zanlısı Müeyyet Bey 'i  tanıyan insanların sorgu kayıtları şeklinde devam ediyor.
Şimdi biz Mağara Arkadaşlar'ında yedi rakamına  taktık ya kafayı,  bakın burada da Müeyyet Bey'i farklı yedi kişiden dinliyoruz. Her kişiden sonra biraz daha yakından tanıyoruz ve şaşırıyoruz. Neler anlatıyor bu insanlar Müeyyet bey hakkında? İçi ölmüş bir insan karısını nasıl öldürebilir? Okuyalım da birlikte görelim.

       Meraklısına not: Benim gibi ayrıntılara takılanlara Müeyyet Bey'i odada buldukları anda dinlediği besteciden bir kaç eser  takdim etmekten gurur duyarım. Hangisini dinliyordu acaba :)


 
 
 
 



 
          Bir sonraki öykümüz Gençlik Sabah Çiyidir... Özlediği bir sevgiliyi bekler gibi ölümü bekleyen yaşlı bir adam çıkıyor karşımıza. Hayattan bezmiş ,yaşaması gereken her şeyi yaşadığına  ve artık ebedi huzura kavuşma zamanının geldiğine inanan bir adam. Her gün yaptığı amaçsız ve tatminsiz yürüyüşlerinden birinde apartman komşusu olan yaşlı kadına rastlıyor. Eve kadar birlikte yürüyorlar ve kadın ona bir teklif sunuyor. Laf olsun diye kabul ettiği bu teklif onun ölümü bekleyen haline ihanetinin başlangıcı oluyor. Tam da ölümü isterken ve sona gelindiğini hissederken ölümü istememek , yeniden yaşamı sevmek mümkün olabilir mi acaba ? Bu mümkün olsa da elden ne gelebilir ki ? Beni en çok etkileyen öykü oldu bu. Bu satırları yazarken bile içim hala cız ediyor.

       İki güzel insanın bi kaç dakika da olsa mutlu oldukları bir dans sahnesi var biraz ipucu oldu ama bu güzel tangoyu sizinle paylaşmasam olmazdı ...Gözlerinizi kapatıp o anı hayal edin okuduktan sonra ben öyle yaptım...

 
      Sıradaki öykümüz, Küçükkuyu...
      Bir adam var. Adını bilmiyoruz. Adam gezmelerde tozmalarda hem de sonbaharın başladığı o güzel zamanlarda. Ama bizimki bir mutsuz bir sıkkın. Yerde gökte duramıyor. Birlikte tatile geldikleri arkadaşlarını orada bırakıp topluyor bavulunu biniyor bir otobüse. Nereye gideceği belli değil. Bindiği otobüsün mola verdiği köyü çok beğeniyor bizim eserekli ve orada kalmaya karar veriyor. Sezon bitmiş, pansiyonlar kapanmış , heryer bomboş. Zaten pek seçeneği de yok ama bir otel kestirip gözüne , oraya yerleşiyor. Bu köyde herkes bir garip özellikle de kahveci. "Hep öyle olur, hep öyle derler" deyip duruyor. Yerleştiği  otelde bir kız görüyor bizimki ve mutsuzluk falan kalmıyor. Bir heyecanlanıyor bir ilgisini çekiyor kız bunun. Bir de Orhan Abi var köyde sanırsınız ki köyün gevezesi. Sonra işte Orhan Abi'yle bizimki tanışıyor amannn  neler oluyor neler neler.Tabi yine kendiniz okuyup öğreneceksiniz.Hep öyle oluyor ya. Ay bak ben de kahveci gibi konuşmaya başladım. 😊😊

          Bir sonraki öykü, Siz ve Şakalarınız
         Artık Ayfer Tunç öykülerinin yalnız mutsuz karakterlerine  çok alıştık değil mi? Bu öyküde de emekli bir öğretmen teyzecik var. Huzurevine getirildiğini anlıyoruz daha ilk satırlardan. Bir huzurevinin atmosferi çok güzel anlatılmış.  Emekli öğretmen teyzemizin huzurevinde edindiği arkadaşlarını tanıyoruz sonra... Yalnızlığına deva olan Peri'yi mesela. Ama bir Samim Bey var. Gelişi de gidişi de şaka gibi. İşte bu öyküde  teyzemizin ağzından Peri'yi  ve Samim Bey'i dinliyoruz oya gibi bir anlatımla.Allah kimseyi yalnız bırakmasın diye de ekliyoruz bitince.

 

              Sıradaki öykümüz Ayfer Tunç'un modern ve anlaşılır diline alışmış biz Ayfer Tunç okurlarını  ilk cümleden itibaren bayağı bir şaşırtıyor. Öykünün adı Alafranga İhtiyar olunca bu eski lisanı kullanan kişinin yaşlı bir adam olduğunu sanıyor ancak kendisinin de dediği gibi 30 yaşında genç bir makine mühendisi olabileceğine ihtimal vermiyoruz. Öykümüzün kahramanı bir gazete yazarı. Yolu aşktan geçen bir tesadüf  sonucu yaşlı bir amcayı olmasını beklemediği  bir yerde görüyor. Bu adam ve bu mekan ne alaka deyip meraklanıyor ve adamı takip ediyor. Öykümüz bu takibi ve takip sonucunda ulaşılan  yaşlı amcanın hazin hayat hikayesini anlatıyor bize. Okurken sıkça sözlüğe bakma ihtiyacı hissettiğim bu öyküye siz de benim gibi bayılacaksınız. 




 
 
           Son öykümüz Ara Renkler Grubu.Üç güzel renk ve üç güzel minik öyküyle sonlanıyor kitabımız. 
          Camgöbeği'nde  belediye tarafından istimlak edilen bir sahil şeridinde, yine belediye tarafından doldurulan bir denizin kenarındaki pansiyon sahibinin isyanını okuyoruz.
          Gülkurusu'nda kimsenin yanında oturmasını istemeyeceği bir yol arkadaşı çıkıyor karşımıza. Nefes bile almadan konuşuyor yol boyu ve zavallı yol arkadaşını o otobüse bindiğine bineceğine  pişman ediyor. Ne mi anlatıyor bu kadar çok? Vallahi takip etmek güç , sattığı penye iç çamaşırlarını, eski pazen donları, kartvizitindeki fontun yanlış okunan harfini 😂😂Ben onun anlatım hızına yetişemedim. Siz kendiniz okuduğunuzda abartmadığımı göreceksiniz. 
         Limonküfü  kısacık bir öykü ama insanı çooook derinlere götürüyor. Sevdiği ölen bir adamın sevdiğinin ardından yaşarken ölüşünü anlatıyor yine içimize işleyen cümlelerle.Kaç yıl oldu biz öleli sevgilim ? diyo ya vallahi  insanın içi  gidiyor.



      Bu arada Ayfer Tunç'un blogumda yazdığım kitaplarına götürebilirim  şimdi sizi. Biz de hizmette sınır yok :)..İsterseniz hadi tıklayın gari.... 

Kapak Kızı

Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi

Aziz Bey Hadisesi

Taş Kağıt Makas

Kırmızı Azap


            Okudukça Ayfer Tunç bağımlısı oluyo insan ben şimdi yine bir Ayfer Tunç kitabına başlayacağım dermişiiimmmm. Evet aslında yakın zamanda Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek'i okuyacağım. Ama araya biraz farklı kalemler sokma zamanıdır. Bir sonraki  yazıma kadar esen kalın Hoşçakalın. 

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Canım arkadaşım sen de iyi ki varsın.Bu arada kitabı yine harika yorumlamışsın.Seninle kitap paylaşmak,okumak benim için de çok değerli.

Yorum Gönder